Yükleniyor, lütfen bekleyiniz.

Farklı Yaklaşımlar Açısından "Düşünce"

Farklı Yaklaşımlar Açısından

İnsan psikolojisinde düşüncenin rolü, tarih boyunca farklı dönemlerde farklı biçimlerde ele alınmıştır. Kimi zaman ön planda olmuş, kimi zaman ise ikinci planda kalmıştır. Özellikle bilişsel psikolojinin gelişmesiyle birlikte, düşünce kavramı psikoterapilerde merkezi bir konuma gelmiştir. Ancak bunun öncesinde de düşüncenin insanın ruhsal yapısıyla ilişkisini anlamaya yönelik önemli tartışmalar yürütülmüştür. Amerikan Psikoloji Derneğine (APA) göre biliş, algılama, kavrama, hatırlama, akıl yürütme, yargılama, hayal etme ve problem çözme” gibi farkındalık süreçlerini içerir (APA Dictionary of Psychology, 2018). Düşünme ise bu süreçlerin bir parçası olarak fikirlerin, imgelerin ve zihinsel temsillerin işlendiği bir bilişsel etkinliktir.

Davranışçı Yaklaşım

Modern psikolojinin bağımsız bir bilim dalı olarak kabul görmesiyle birlikte farklı kuramsal yönelimler ortaya çıkmıştır. Watson’ın öncülük ettiği davranışçılık akımı, zihinsel süreçlerin doğrudan gözlemlenemediği gerekçesiyle araştırma odağını gözlemlenebilir davranışlara yöneltmiştir (Goldstein & van Hooff, 2011). Davranışçı terapilerin en temel varsayımı, insan davranışlarının öğrenme süreçleriyle şekillendiği ve bu nedenle davranış değişikliğine odaklanılması gerektiğidir. Davranışçı bakış açısına göre düşünme gözlemlenemediği için davranışın analiziyle açıklanır; hatırlama, problem çözme ve planlama gibi süreçler ise bir dizi edimin birleşiminden oluşan karmaşık davranışlar olarak görülmüştür (Lattal & Chase, 2013).

 Sosyal bilişsel bir yaklaşım öne süren Banduranın sosyal öğrenme kuramı, davranışçılığın bu yönüne yeni bir boyut eklemiştir. Banduraya göre öğrenme yalnızca dış uyaranlara verilen tepkilerden ibaret değildir; bireyler, başkalarının davranışlarını gözlemleyerek ve zihinsel süreçlerle yorumlayarak da öğrenirler (Bandura, 2019; Amsari et al., 2024). Böylece düşüncenin de öğrenme süreçlerinin bir parçası olabileceği vurgulanmıştır.

Bilişsel Yaklaşım

Zihinsel süreçlerin psikolojiye yeniden dahil edilmesi, Tolman’ın bilişsel haritalar” kavramıyla olmuştur. Tolman’ın farelerle yaptığı deneylerde, hayvanların ödül olmadığı koşullarda bile labirenti tamamlayabilmeleri, öğrenmenin yalnızca pekiştireçlere değil, aynı zamanda zihinsel temsillere de dayanabileceğini göstermiştir (Goldstein & van Hooff, 2011). Dil öğrenimi üzerine yapılan tartışmalar da düşüncenin önemini gündeme getirmiştir. Skinner dili edimsel koşullanma yoluyla öğrenilen bir davranış olarak açıklarken, Chomsky bu görüşe itiraz etmiş ve insanın doğuştan gelen bilişsel bir dil kapasitesine sahip olduğunu savunmuştur. Örneğin, bir çocuk hiç duymadığı halde dilin kurallarına uygun cümleler kurabilir; bu durum, yalnızca dışsal pekiştirmelerle açıklanamayacak bir zihinsel kapasiteyi işaret eder (Gudmundsson, 2018).

 Albert Ellis, bilişsel teorinin temellerini atarak, olayların tek başına duygusal tepkilere yol açmadığını; duygularımızın, olayları nasıl yorumladığımızla şekillendiğini ortaya koymuştur. Örneğin iş yerinde eleştiri alan bir kişi, Ben yetersizim” diye düşündüğünde yoğun kaygı hisseder; oysa Bu gelişmem için bir fırsat” diye düşündüğünde duygusal tepkisi daha dengeli olur. Aaron Beck ise bu yaklaşımı geliştirerek duygusal bozuklukların altında olumsuz bilişsel şemaların yer aldığını ileri sürmüştür. Becke göre geçmiş yaşantılarla oluşan bu şemalar, olumsuz otomatik düşünceleri tetikler. Örneğin depresyonda kişi kendisi, çevresi ve geleceği hakkında sürekli olumsuz düşüncelere kapılır. Yüzeyde Kimse beni sevmiyor” gibi otomatik düşünceler, daha derinde ise Sevilmiyorsam değersizim” gibi temel inançlar bulunur (Farmer & Chapman, 2008; Power & Dalgleish, 2015).

Üçüncü Dalga Yaklaşımlar

Son dönemde gelişen üçüncü dalga terapiler, düşünceyi farklı bir biçimde ele almaktadır. Bu yaklaşımlarda odak, düşüncelerin içeriğini değiştirmekten çok, onlarla kurulan ilişkiye yöneliktir. Kabul ve Kararlılık Terapisi (ACT), kişinin düşüncelerini değiştirmeye çalışmadan, onları birer zihinsel olay olarak gözlemlemesini öğretir (Hashempour & Anand, 2022). Gündelik bir örnek vermek gerekirse: Başarısız olacağım” diye düşünen bir öğrenci bu düşünceyi mutlak gerçek olarak gördüğünde kaygısı artabilir. ACT yaklaşımı ise bu öğrencinin düşünceye mesafe alarak “Şu an zihnim bana başarısız olacağımı söylüyor” diyebilmesini teşvik eder. Bu bakış açısı, kişinin düşüncelerine kapılmadan değerlerine uygun davranmasını kolaylaştırır (Assaz et al., 2018).

Psikoloji tarihinde düşünce, farklı dönemlerde farklı şekillerde ele alınmıştır. Davranışçı yaklaşım gözlemlenebilir davranışa odaklanmış, bilişsel kuramlar zihinsel süreçleri merkeze taşımış, üçüncü dalga terapiler ise düşünceyle ilişki kurma biçimini dönüştürmüştür. Bugün gelinen noktada, düşüncenin duygularımızı ve davranışlarımızı etkileyen temel bir unsur olduğu konusunda benzer bir anlayış vardır. Psikoterapilerde düşünceyi anlamak, değerlendirmek ve gerektiğinde ona mesafe alabilmek, ruh sağlığının korunması ve geliştirilmesi açısından büyük önem taşır.

Yazan: Psikolog Betül Çakır METE