Yaşam döngümüz boyunca birçok farklı gelişimsel dönemi tecrübe ederiz. Her bir dönemin üzerimizde bıraktığı etkiler de kendine özgüdür. Bu etkilere yakından bakacak olursak biyolojik, psikolojik ve sosyal alanlarda, kimi zaman pozitif kimi zaman da negatif yönde ortaya çıktığını açık bir şekilde görebiliriz. Gelişimsel dönemlerin her iki cinsiyeti de farklı şekilde etkilediği gözlemlenmiş ve bu dönemlerde erkeklere nazaran kadınların sağlığını negatif yönde etkileyebilecek daha fazla risk faktörü olduğu saptanmıştır. Hem fizyolojik hem de psikolojik anlamda kadın sağlığı ile yapılan çalışmalar dönemsel olarak ayrıştırıldığında, hamilelik ve anneliğin tecrübe edildiği cinsel olgunluk döneminde olduğu karşımıza çıkmaktadır.
“Aile” Olma Yolunda
Anne olmak bir kadın için en önemli tecrübelerden biridir çünkü hayatını tamamen değiştirebilecek niteliğe sahiptir. Bebek sahibi olmak genel itibari ile sevinç, şefkat, coşkunluk gibi çeşitli olumlu duyguları uyandıran bir tecrübedir. Çoğunlukla yeni anne-baba için bebeğin aileye katılıyor olması memnuniyet kaynağı ve aile bağlarının güçlenmesi anlamına gelir. Fakat öte yandan bu yeni dönem ile gelen değişiklikler, stres ve duygusal yoğunluk ailede sorunlar da oluşturabilmektedir.
Aileye yeni katılan bebek, sadece çekirdek ailesine beklentiler ile gelir. Önceden sadece karı-koca rollerini taşıyan çift, artık anne-baba rollerinin ona getirdiği beklentiler ile tanışır. Toplum tarafından anneye atfedilen rolleri birey kabul etse de dirense de onlardan kaçamamaktadır. Anne-bebek ilişkisi dâhilinde toplumun beklentisi, bir kadının anne olduktan sonra sorumluluk ve özerklik alanının, kendi hissiyatı ve fikriyatı ne olursa olsun, bebeği ile dolması gerektiği yönündedir. Choi ve meslektaşlarının (Choi vd., 2005) yeni annelerle yaptığı nitel çalışmadan çıkan ortak temalardan biri, reklamı yapılan mutlu aile imajının anneler için karşılanması zorunlu bir beklentiye dönüşerek annelik sürecindeki yüklerini arttırmış olmasıdır. Bir kadının ideal süper anne modelinin hakkını verebilmesi için hem yeni hayatı ve sorunlulukları ile ahenk içerisinde olması, hem de yalnızca olumlu duyguları deneyimliyor olması gerekmektedir. Ancak gerçekliğe bakıldığında, bu dönem her zaman “Toz pembe” değildir, sorunlar ve sıkıntıların da olabileceği bir dönemdir.
Doğum sonrasındaki süreçte, anne ve yakın çevredeki insanların dünyaya yeni bir hayatın gelmesiyle birlikte oluşan değişikliklere adapte olmaları gerekmektedir. Araştırmalar, kadınların doğumdan sonraki ilk 12 ayda ruhsal hastalıklara yatkın, özellikle de istenmeyen duygudurum değişikliklerine karşı daha kırılgan olduğuna dikkat çekmektedir. Doğum sonrası dönemdeki duygudurum bozukları, literatürde genel itibari ile annelik hüznü, doğum sonrası psikoz ve doğum sonrası depresyon olarak üç başlık altında incelenmektedir. Hamilelik sürecinde kadının zihninde oluşmaya başlayan annelik kimliği, bebeğin dünyaya gelmesiyle birlikte olgunlaşarak devam eder. Psikoloji literatürü incelendiğinde, annelik dönemini ve bu dönemin kadın üzerindeki etkisini inceleyen üç temel model karşımıza çıkar.
1. Annelik Rolünün Kazanılması
Rubin (1967) tarafından kavramsallaştırılan “Annelik Rolünün Kazanılması” (Maternal Role Attainment – MRA) modeline göre kadınlar, öncelikle hamilelikleri boyunca etraflarındaki anne figürlerini gözlemlerler ve bu sayede annelik hakkında bilgi edinirler. Daha sonra gözlemledikleri birçok farklı figür arasından kendilerine uzman modeller belirleyip anne olarak kendilerini hayal etmeye başlarlar. Doğacak olan bebeği ile nasıl bir anne figürü ile bağ kuracağı, iletişime geçeceğini tasavvur ederler. Bu şekilde hamilelik süreci boyunca annelik kimlikleri oturmaya başlar. Doğumdan sonra ise model aldıkları annelerin davranışlarından kendileri için uygun olanları taklit etmeye başlayarak kendi annelik rollerini kazanırlar. Süreç içerisinde, kadınlar öncelikle bilgi edinirler ve gözlemlerini taklit ederler, sonrasında uzman modeller ararlar; rol yapma ve anne olarak kendini hayal etme ise ardından gelir. Anne, diğerlerinden gözlemlediği davranışları kendisi için ne kadar uygun olduğuna bağlı olarak, içine veya dışarıya yansıtır veya reddeder.
2. Anne Olma
Mercer’in (2004) oluşturduğu “Anne Olma” (Becoming a Mother – BAM) modeli, MRA modelindeki eksikler yüzünden, onun yerine kullanılması amaçlanarak geliştirilmiştir. MRA modeline yönelik en önemli eleştirisi annelik sürecini statik bir durum olarak sunduğu için süreci açıklamakta yetersiz olduğunu yönündedir. Bu sebeple MRA’nin anneliği hayat boyu devam eden bir süreç olarak ele alan araştırmaları da engelleyebileceğini öne sürmektedir. Bu sebeple BAM modelinin öne çıkan yanı da kadının kimliğindeki dinamik dönüşüm ve değişimi kucaklıyor olmasıdır. Rubin’in MRA modelinde tanımladığı annelik geçiş sürecindeki aşamalar, BAM modelinde nicel araştırmalara dayanarak revize edilmiş ve uygun zaman aralıkları ile belirlenmiştir:
1. Taahhüt, bağlanma ve hazırlık (hamilelik),
2. Tanışma, öğrenme ve fiziksel restorasyon (doğumdan sonraki ilk 2 ila 6. haftalar),
3. Yeni bir normale doğru ilerleme (2 hafta ila 4 ay),
4. Anne kimliğinin kazanılması (4 ay civarı).
3. Bir Annenin Doğuşu
Stern, Bruschweiler-Stern, Freeland (2013) tarafından kavramsallaştırılmış “Bir Annenin Doğuşu” modeli, annelik psikolojisini farklı bir çerçevede sunmayı amaçlamaktadır. Stern ve meslektaşları on yıllarca süren klinik gözlem ve yeni annelerle yapılmış yüzlerce görüşme sonucunda anneliğe dönüşüm sürecini üç adım olarak tanımlamıştır: (1) anne olmaya hazırlanma, (2) annenin psikolojik doğuşu ve (3) anne olmaya uyum sağlama. Dokuz ay boyunca, kadının rahminde fiziksel olarak fetüs büyüdükçe, zihninde de hayal ettiği bebek şekillenir ve bu sayede anne olmaya kendini hazırlar. Doğumdan itibaren anne olma sürecindeki ikinci aşamaya geçilir. Bu süre zarfında, yeni anne ortaya çıkan yeni sorumluluklarını yerine getirerek, bebeğin fiziksel olarak hayatta kalmasını sağlar ve psikolojik olarak yakın bir ilişki geliştirir. Bu süreç yeni anne kimliğinin psikolojik olarak doğması ile sona erer. Bu tanımına göre anneliğe dönüşümün son aşamasını anneliğe uyum sağlamak oluşturmaktadır. Anneliğe uyum sağlandığında, yeni annenin düşünmeden hareket edebildiği, içgüdülerinden faydalandığı ve bebekle daha sezgisel iletişim kurabildiği görülmektedir. Yaşamın doğal seyri içerisinde, kadınların tanıştığı rollerden biri olan annelik kimliği, sadece bir yeni bir canın dünyaya gelmesine vesile olmaktan ibaret değildir. Annelik, bebek ile kurulan ilişki, onun fiziksel ve ruhsal doyumunu açısında olduğu kadar kadının kendi dünyası ile kurduğu yeni bir ilişki türü olarak da karşımıza çıkıyor. Kendi içerisinde oldukça katmanlı olan annelik kimliği, zihinlerimizde yalnızca “Bebek sahibi olmak” şeklinde üzerine oluşan algılar, bu deneyimi yaşayanları (bu kendimiz olsa bile) gerçek manada anlamamızın yolunu tıkamaktan öteye geçemeyecek.
Yararlanılan kaynaklar: