Ebeveyn olmak, insan hayatının en temel ve dönüştürücü rollerinden biridir. Bir çocuğun dünyaya gelişi, anne babaya büyük bir anlam katar. Kimi insanlar için ebeveyn olmak varoluşunu daha derin kılar ve her gün bir amaç uğruna yaşama hissini kuvvetlendirir, kimi için toplumsal saygınlık kaynağı olur ve işinden cinsiyetinden yaşından bağımsız olarak toplumda kabul edilen bir kimliğe sahip olmuştur, kimi için de hayatın en saf en karşılıksız en fedakar sevgisini deneyimleme imkanı sunar. Bütün bu güzelliklerin yanında ebeveynlik ciddi bir stres ve sorumluluk yükünü de beraberinde getirir. Bu yazımda bu konuyu ele alan çok güzel bir kitabı referans alacağım: Ebeveynlerde Tükenmişlik. Bu kitap ebeveyn olmanın güzellikleri kadar zorlukları olduğunu okura anlatıyor, bu zorlukları anlamak ve onunla baş etmenin yollarını göstermeyi amaçlıyor. Yazarların ikisi de anne ve üniversitede psikoloji hocası. Yazarlar bu kitabı 8.000’den fazla ebeveynle yapılan araştırmalarından hareketle yazmış ve kitapta tükenmiş hisseden tüm anne ve babalara sesleniyorlar: “Yalnız değilsiniz, tükenmişlik önlenebilir ve bu durumdan çıkış mümkündür.”
Ebeveynliğe yüklenen anlam, tarih boyunca değişim göstermiştir. 1940’lı yıllarda anne babalık toplumun gündeminde bu kadar büyük bir mesele değildi. Çocuk bakımı, günlük hayatın doğal bir parçası olarak görülür; üzerinde uzun uzun düşünülmez, tartışılmazdı. Çocuk büyütmek o zamanlarda da zor bir işti ama eskiden toplumun ebeveynlik beklentisi bugünkü kadar yüksek değildi.
1980’lerden itibaren ise yeni bir dönem başladı. Ebeveynlik üzerine kitaplar, seminerler ve yazılar artmaya başladı. “Çocuğunuza nasıl davranmalısınız, neler yapmalısınız, nelerden uzak durmalısınız?” gibi sorular gündeme geldi. Zamanla ebeveynlik, doğal bir süreç olmaktan çıkıp üzerinde sürekli konuşulan, ölçülen ve değerlendirilen bir “iş” hâline geldi.
Bugün neredeyse her anne baba, “iyi ebeveyn” olmanın yollarını arıyor. Mükemmel anne yada baba olmaya çalışıyoruz, bunun için videolar izliyor ve kitaplar okuyoruz. Çocuklarımızı nasıl mutlu edebileceğimizi, onlara en uygun ortamı nasıl sağlayabileceğimizi düşünüyoruz sürekli. Dikkat edilirse, bu noktada anne babaların kendi mutluluklarından değil, çocuklarının mutluluğundan bahsettiklerini görüyoruz. Çünkü toplumun gözünde asıl önemli olan, ebeveynin kendisi değil, çocuğun ne kadar mutlu olduğudur. Ebeveyn ikinci planda kalmaktadır.
Sosyal medyada sürekli anneliği/ babalığı harika görünen yada çocuğunuza nasıl davranmanızı söyleyen insanlarla karşılaşıyoruz. Reklamlarda bebeklerinin altını değiştirirken bile yüzlerinde ışıl ışıl bir gülümseme olan anne babalar görüyoruz. Hiç sorun çıkarmayan ve söz dinleyen çocuklar gerçek olabilir mi yada bu anne/baba nasıl bu kadar enerjik görünebiliyor benim hiç halim yokken sorularını sorarken bulabiliyoruz kendimizi. 21. yüzyılın ebeveynlerinin çocuklarıyla ilgili sorumlulukları tarihte hiç olmadığı kadar büyük. Bu büyük sorumluluğun yanında günümüz ebeveynleri hiç olmadığı kadar çok değerlendiriliyor, başkaları tarafından sürekli gözleniyor ve yargılanıyorlar. Bu yüzden kendi kendilerine sürekli aynı soruyu soruyorlar: “İyi bir anne baba olabiliyor muyum?”
Ebeveynliğin Görünmeyen Yükleri
Ebeveynlik, medyada çoğunlukla neşeli anlarla, kahkahalarla ve kusursuz aile tablolarıyla sunuluyor. Oysa gerçek hayat farklıdır. Anne baba olmak, tatili olmayan tam zamanlı bir iştir. İnsanlar tatili olan iş hayatından bile sıkılıp yorulurken medyada gördüklerimiz sayesinde ebeveynliğin sadece pozitif ve neşeli bir iş olduğu algısına kapılabiliyoruz. Ebeveynliğin yüksek bir maliyeti vardır; hem maddi hem de manevi olarak büyük kaynak gerektirir. Tabiki ebeveynliğin birçok güzelliği vardır ama her alanda olduğu gibi sadece güzelliklerde oluşmaz, güzelliklerin yanında zorluklar da vardır.
Bazı ebeveynler kendi çocukluk deneyimlerinden kalan yaraları telafi etmeye çalışır, kendi anne babasından göremediği sevgiyi ve ilgiyi çocuğuna fazlasıyla vermek ister. Kendisinin sahip olamadığı o süperanne/ süperbaba olmaya uğraşır. Bazı ebeveynler ise toplumsal beklentilerin baskısını hissederler ve toplumun dayattığı “kusursuz ebeveyn” imajını yakalamaya çalışır. Oysa “süper ebeveyn” diye bir şey yoktur. Bir çocuğunuz için süper olan bir özelliğiniz diğer çocuğunuz için kıymetsiz olabilir. Her çocuğun farklı ihtiyaçları vardır ve tek tip bir ebeveynlik modeli, çocuğun gerçek ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalabilir. Dahası, bazen fazla mükemmeliyetçi ebeveynlik çocuk için de toksik bir hâl alabilir. Çocuk, ebeveyninin kusurlarıyla, eksiklikleriyle birlikte büyüyerek gelişir. Örneğin doğumdan itibaren bebeğinin her ihtiyacını karşılamaya gayret eden ebeveyn bebeği büyürken bazı şeylere yetişemez. Çocuk her ağladığında emzirmez ya da çocuk her düştüğünde koşup kaldırmaz. Bu küçük anlar çocuk için hayal kırıklığı gibi görünse de çocuğun baş etme kapasitesini geliştiren anlardır çünkü çocuk bu küçük anlarla hayattaki farklı streslerle baş etmek için hazırlanmaya başlar.
Ebeveynlik ve Kimlik Karmaşası
Anne baba olmak, yalnızca çocuklara bakmak değil, aynı zamanda kimlik dünyamızı da değiştiren bir süreçtir. Çocuğun doğumu, bireye toplum içinde yeni bir kimlik kazandırır: “anne” veya “baba” kimliği. Bu kimlik çoğu zaman değerli ve saygın bir konum sunsa da, bazı ebeveynler için bir süre sonra bunaltıcı bir sınırlamaya dönüşebilir.
Kimi anne babalar, “Artık sadece anneyim/babayım, başka bir kimliğim kalmadı” diyerek içsel bir boşluk hissinden söz ederler. Bu, tükenmişliğin önemli bir göstergesidir. Çünkü ebeveynliğin verdiği mutluluk ve sevincin yanında, bireysel kimlik ve kişisel ihtiyaçların göz ardı edilmesi, zamanla doyum kaybı ve yılgınlık hissi oluşturabilir. Ebeveynler bir yandan çocuklarına en iyi hayatı sunmaya çalışırken bir yandan kendilerini feda edebilir, kendi benliklerinden uzaklaşabilirler.
İngilizcede ‘burnout’ olarak geçen tükenmişlik kavramı daha çok iş hayatında kullanılır. Kişide fiziksel, duygusal veya zihinsel alanlarda belirtiler olabilir. Tükenmişlik yaşayan kişilerde performansta düşüş, kendisine yada başkalarına karşı olumsuz tutumlar gözlemlenebilir. Tükenmişliğin nedeninin aşırı ve uzun süreli zorlanma ve iş yükünden kaynaklanan stres olduğu ifade edilir. Bu kitapta ise bu kavramı farklı bir boyuttan ele alıyoruz: Ebeveynlikte tükenmişlik sendromu.
Modern dünyada ebeveynliğin giderek daha zorlayıcı hâle gelmesinin birkaç temel nedeni vardır:
Bütün bunların üstüne, hayatın geri kalan stres kaynakları da (iş, maddi zorluklar, aile içi sorunlar) devam eder. Yani ebeveyn olmak, zaten var olan yüklerin üstüne yeni mücadele alanlarının eklenmesi demektir. Anne babalar, çoğu zaman daha az uyur, daha fazla sorumluluk üstlenir ama aynı zamanda kendilerine ayırabilecekleri zaman giderek azalır.
Ebeveynlik, hem mutluluk hem de zorlukları barındırır. Çocuklarımız bir yandan hayatımızı daha mutlu daha anlamlı ve daha sevgi dolu bir hale çevirirken bir yandan da hayatımıza yeni yükler ve stres kaynakları eklerler. Tükenmişlik sendromu, çoğu zaman ulaşılamaz ideallerin ve gerçekçi olmayan beklentilerin baskısıyla yavaş yavaş gelişen bir süreci tanımlar.
Bu nedenle ilk adım, ebeveynliğin her zaman kusursuz bir deneyim olmayabileceğini kabul etmektir. Meşhur psikanalit Winnicott’ın tanımladığı gibi ‘yeteri kadar iyi’ ebeveyn olmaya odaklanmalıyız. İyi ebeveyn olmak, mükemmel olmak demek değildir. Aksine, kendi sınırlarımızı ve eksikliklerimizi fark etmek, içinde olduğumuz koşulları göz önünde bulundurmaktır. Ebeveynliği yaşam değerlerimizle uyumlu şekilde sürdürmek, hem bizim hem de çocuklarımızın ruhsal sağlığı için en önemli koruyucu faktörlerdir.
2. bölümde tükenmişlik döngüsünü yakından inceleyeceğiz. Tükenmişlik sendromuna yakalanmayı hızlandıran risk faktörlerini ve bu sürecin nasıl patolojik bir hâl alabileceğini ele alacağız.
Yazan: Tuğana GÜLTEKİN